30 Aralık 2011 Cuma

İYİ YILLAR...

Bu
Yılbaşı
Ağacımı
Hediyelerle
donatmak yerine,
her dalını bir dostumun
adı ile süslemek istedim.Yakın
dostlar, uzakta olan arkadaşlar. Eski
arkadaşlar, yeni dostlar. Her gün gördüklerim
ve ara sıra görüşebildiklerim. Hep aklımda olanlar
ve sıkca unuttuklarım… Her zaman yanımda olanlar ile
olamayanlar Kötü gün dostlarım, hep destek olanlar...Istemeden
üzdüğüm dostlar ve istemeden beni üzenler.... Cok yakınımda olanlar,
ulasamadiklarim, yıllardır görmediklerim, özlediklerim.... Vefa borcu olduklarım.
Bir telefon uzaklığında olanlar. Alçak gönüllüler, gönülden sevenler... Az ya da cok
hayatıma girmiş tüm isimler…. Bu agaçta hepsinin kökleri sağlam, dalları uzun ve Güçlü
olacak. İsimleri daima asılı kalacak… Her yeni yıl, eskilerin yanına yenileri eklenecek. Zor anlarda
ağacımın gölgesi dostları,
ve dostlukları bir nefes
serinletecek. Yeni yılla gelen
tum umutların, yeni başlangıçlarn,
dostların, bütün yeni günlerinizi
aydınlatması ve sizlerle
daha güzel anlar
paylaşmak dileğimle.....
İYİ YILLAR ...

28 Aralık 2011 Çarşamba

SÜRÜNÜR GİDERSİNİZ


Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki; ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında…

En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişlerinizin sebebi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.

Göz yaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak…

Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; “Ölmek var, dönmek yok”tur.

Lakin gün gelir anlarsınız içten içe bir şeyin kanadığını…

Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya… Şurasından burasından eleştirmeye koyulursunuz: “Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa…”

Başkalarını örnek göstermeye, “Bak onlar nasıl yaşıyor” demeye başlarsınız.

Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. “Eskiden böyle miydi ya…” diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirilerin kapısı; açıldıkça bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından.

Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.

O, sevgisizliğinize yorar bunu. İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.

“Ya sev böyle ya da terk et” diye gürler…

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya,bir kabusa dönüşür birden… Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size… Hoyrattır, bakmaz yüzünüze…

Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar, mahkum eder.

Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden…

“İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için…” dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.

İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek, terk edersiniz…

“Madem öyle”nin çağı başlar ondan sonra…

Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde günah sizden gitmiştir.

Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece…

Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre… Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni. Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini…

Gurur duyar onlarla, koynunda besler gözünü oysunlar diye…

Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla… “Bana ne… Kendi seçimi” diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre. Ama sonra… Ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da bir kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden…

Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi…

Karşı nehrin kıyısından hasret şiirler haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye…

Dönüp “Seni hâlâ seviyorum” diye bağırmak geçer içinizden… Dönemezsiniz. Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.

Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz… Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem “Ne olacak sonunda” kuşkusu…

Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.

Sürünür gidersiniz.
CAN DÜNDAR

27 Aralık 2011 Salı

ÇOCUK GÖZÜYLE



Bazen insanları hafife almak için "Çocuk gibisin, çocuk gibi davranıyorsun" denir ya. Bu hikayeden sonra çocuk gözüyle bakmanın basit olmadığını anlıyor insan.

Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her haftasonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.

Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...
Çok üzülmüştü küçük kız... Babasına söyledi bunu, o da:

"Üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi.

Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu:

"Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?

Küçük kız babasına eğilerek, sessizce:

"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!....."
 

23 Aralık 2011 Cuma

ENGELLİ BİR ÇOCUĞUN ANNESİNE SÖZLERİ:(


Merhaba anne...
Nasılsın?
Ben iyiyim.
doğmama çok az bir süre kaldı
Ama sana söylemem gereken birşey var.
Kimilerine göre bazı eksikliklerle geleceğim..
"Özürlü" diyecekler bana..
Ama ben kimseden "özür" dilemeyeceğim anne..
Senin dışında...
Senden şimdiden özür dilerim..
Beklentilerinin hepsine cevap veremeyeceğim için..
Komşumuz çocuklarını benimle oynatmak istemediği zaman boynunu eğeceğin için..
"Bana doğru düzgün bir evlat bile veremedin", sesini duyarsan birgün..Kulağındaki her yankısı için..
Mağaza mağaza dolaşıp bisiklet seçmenin tatlı heyecanı yerine,
Tekerlekli sandalye almanın burukluğunu sana yaşatacağım için..
Çağrılmayacağımız her aile toplantısı,bayram kutlaması, piknik için..
Yada çağrılacağın ama benim yüzümden gidemeyeceğin her toplaşma, her düzenlenen kadınlar günü için..
ÖZÜR DİLERİM ANNE..

Ama senden bir isteğim var;
Benden sakın vazgeçme anne!
Bacaklarım güçsüz olabilir..
Kolayca tırmanamayabilirim merdivenleri..
Sakın beni taşımaya kalkma anne!
Tamam engelleri birlikte aşalım yine..
Ama sen elimden tutma!
Bana yardım etmek istiyorsan yukarı çık ve bana "gel" de!
Çıkamadığım için ağlayabilirim belki de..
Ama sen ağlat beni anne!
Ağlasamda daha çok merdiven çıkarmalısın bana..
Yoksa asla güçlenemem..

Kulaklarım iyi işitmeyebilir..Konuşmaya başlamam biraz zaman alabilir belki..
Ama sen sakın suskunluğa bürünme anne!
Daha çok konuşmalısın benle!
Daha çok şarkı söylemeli, daha çok kitap okumalısın bana!
Yoksa asla konuşamam...

Belki bazı takıntılarım, ısrarlarım olabilir geldiğimde..
'N'olur bana 'hayır' de anne!
Bana acıdığın ve beni mutlu etmek için, istediğim herşeyi yapma hatasına sakın düşme!
Lütfen ağlat beni anne!
Şimdi beni ağlat ki, ilerde birlikte ağlamayalım..
Yoksa asla ayakta duramam..

Belki etrafındaki insanlardan biraz farklı bir yüzüm olabilir doğduğumda..
Çok iyi görünmeyebilirim belki..
Ama sen yine güzel güzel bak bana anne!
Öyle bakki, bende aynaya baktığımda karşımda güzel bir yüz görebileyim..
Yoksa asla kendime gülümseyerek bakamam...

Bir şeyleri hemen kavramayabilir, çabucak anlamayabilirim belki...
Ama sen yine anlat bana anne!Defalarca anlat!
Benden sakın VAZGEÇME!
Yoksa asla Öğrenemem...

Son birşey daha;
Lütfen bu satırları okurken ağlama!
Çünkü ben yazarken inan hiç ağlamadım ANNE!

22 Aralık 2011 Perşembe

AŞKIN TARİFİ


 
Onu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup
kalkıyorsanız gün boyu nedensiz...
Ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
Onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa ve o, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
Dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter,
en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
Hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse...
Elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, onun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
Her şiirde anlatılan oysa...
Her filmin kahramanı o...
Her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa, iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
Eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
Özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
Hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
Onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
Ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
Gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
Dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa...
Nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
Kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
O halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
CAN DÜNDAR

19 Aralık 2011 Pazartesi

BENİM HEDİYEM HAZIRRR:))))

evet çanakkaleye doğru yola çıkıyor.sevgili http://agonya82.blogspot.com/ umarım sağlıkla mutlulukla ve huzurla kullanırsın:)yeni yılın kutlu olsun:))

16 Aralık 2011 Cuma

GÖZLER VE KADINLAR...

"Kadınları  gözündeki ifade korur. "
Alt tarafı bir çift organla bu kadar çok iş başarıldığı görülmemiştir.
Yeryüzündeki bütün canlıların gözleri sadece, bakıp görmeye yaradığı
halde kadın kısmı, neredeyse bir tek ortalığı süpüremez gözleriyle...
Sever, sevişir, beğenir...
Döver, küser, barışır...
Nefret eder, hesap sorar, azarlar...
Kovar, bağırır, çağırır, alay eder...
Erkek de bir insanoğlu, o da yapar demeyin!
Erkekler her durumda öyle bön bön bakarlar.
Asla, ne demek istediklerini anlamazsınız.
Gözlerini konuşturan sadece kadınlardır.
Çocukluğunuzu düşünün...
Annenizin bin türlü bakışı gelecektir aklınıza.
Misafirler gitsin, ben sana gösteririm bakışı...
Hadi artık odana git, yat bakışı...
Ağzını şapırdatma! bakışı...
Kıçım tutulsaydı da seni doğurmasaydım bakışı...
Aynı babası bakışı...
Babanızdan bir bakış var mı, aklınızda?
Hiç zannetmiyorum olduğunu.
Babayla göz göze bile gelinmez öyle zırt pırt.
Şimdi de
büyüklüğünüzü düşünün...
Kaç kadın bir bakışın peşinden gitmiştir?
Hiç..
Peki kaç erkek bir bakış uğruna odu ocağı terk etmiştir?
Çookk..

:))))))

Elinden geleni ardına koyma HAYAT..!
Ben yine de sana Gülümserim....!

15 Aralık 2011 Perşembe

GERÇEK AŞK BUMU...


 Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı…

Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.

İş ilişkiye gelince oldukça içli, hatta aşırı hassas bir kadınım. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdumduymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.

Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum.

Şaşkınlıktan gözleri açılarak ‘niye?’ diye sordu.

‘Gerçekten belli bir sebebi yok’ dedim, ‘sadece yoruldum.’

Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

Sonunda sordu: ‘seni caydırmak için ne yapabilirim? ‘

Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.

‘İşte mesele tam da bu’ dedim. ‘Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. ‘

‘Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hatta ölümüne mal olacak. Bunu benim için yapar mısın?’

Yüzümü dikkatle inceledi ve ‘Sana bunun cevabını yarın vereceğim’ dedi.

Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.

‘Sevgilim’ diye başlıyordu,

‘O çiçeği senin için koparmazdım’ Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

‘Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.’

‘Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.’

‘Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’

‘Sadık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.’

‘Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.’

‘Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’

‘Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.’

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.

Gözyaşlarım mektuba düşüyordu.

‘Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.’

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.

Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.

Bu gerçek aşktı.



İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil… Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz… Ama hep oralarda bir yerdedir.

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

Hayat tam da böyle bir şeydir........

14 Aralık 2011 Çarşamba

KOKİNA...(şu kırmızı toplu yeşiller...:)

Bu sene evimin kokinaları yok:(
 yeni yıla istanbulda giremeyeceğim için çiçeklerimde yok maalesef:( İstanbulda yeni yılın yaklaştığını siz unutsanızda kokinalar hatırlatır.
Ben bir kokina birde nergis gördüğümde acaip sevinirim.aslında ikiside kış çiçeği ki kışı sevmememe rağmen ama olsun sevinirim işte...kokinanın bir başlangıç olduğuna inanırım.Yeni bir yıla girerken çingeneler çiçekçiler o kırmızı toptop olmuş çiçekleri öbek öbek elime tutuşturduklarında yeni yılın iyi geçeceğine inanırım...Bir rivayete görede diğer yılbaşına kadar saklarsan uğur getirirmiş.Doğrumudur bilmem.Her sene demek isteyipte fazla dayanamayanlardanım...

13 Aralık 2011 Salı

FAZLA SÖZE NE HACET:)

‎''Keşke''nin panzehiri ''İyi ki''dir.
“İyi ki”lerinizi toplayın bugün ve“keşke”lerinizden çıkartın.
Fazlaysa kardasınız demektir.Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara.Rüzgarlarla koştunuz ya.
“Keşke”leriniz,“İyi ki”lerden çoksa.Telafi için elinizi çabuk tutun.
Tutun ki,yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken,feri sönen gözleriniz “keşke” diye nemlenmesin.

GÜZEL GÜNLERE...

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin…
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin  serin…
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için “alo “de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa…
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,
çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
yüzünde güller açtıracak.

Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım,hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!
CAN YÜCEL

12 Aralık 2011 Pazartesi

ERKEK DEDİĞİN...

Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle.
Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.
İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek. Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.
Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.
Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek.
Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.
Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak.
Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak.
Kayıtsız olmayacak senin bütün zarafetine karşı. Gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir. Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak.
Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.
Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.
Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.
Erkek dediğin askına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin. Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce şu iş bitse demeyecek.
Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir.Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir.
Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir şey...
Zeki olacak.
Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisi
katmasını da.
Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.
Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak.
Erkek dediğin önce sevecek.
Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa... Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı...
Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak.
O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin.
Pısırık olmayacak erkek dediğin. Erkek dediğin erkek olacak.
Seni sadece sen olduğun için sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.
Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.

CAN DUNDAR

11 Aralık 2011 Pazar

BENİM OLABİLİRMİ:))

bu bloğu yazmaya başlarken bu tür hediye çekilişlerine katılmam diye düşünmüştüm.ama bu işin raconu bu sanırım:))dayanamıyormuş insan.Şimdi sevgili http://moda-kulisi.blogspot.com/2011/12/ilk-hediye-cekilisim.html arkadaşımız okadar güzel bir hediye hazırlamışki şu an benim olsun istiyorum.insan oğlu işte:)))))))

9 Aralık 2011 Cuma

BU BİR İLKKK:)

bu kadar erken olmaz diye düşünürken benim prensesimin damla mimine takıldım.nasıl olur,olurmu derken başladık bakalım yazmaya:))
--mücadeleyi severim.güçlü bir kadın olduğumu söylerler:)
--ikinci hayatımı yaşıyorum (hafif bir gribal enfeksiyon geçirdim:))) bu yüzden hiç bir şeyi ertelememeye çalışıyorum...
--koç burcuyum.hemen hemen bütün özelliklerini taşıyorum.inatçılık başta olmak üzere:))
--hayatımda olan  güzel şeylerin en başındaki CAN (canımın canı) anlatılmaz yaşanır.bizim melek torunumuz ooo:))
--çocuklarım ve cocammm benim hayatımın anlamları.onlarsız bir hayat düşünemiyorum...
--aksesuar ve saat takmayı çok seviyorum.ufak çaplı bir kolleksiyonum var sayılır.Benim için çok özeller kolay kolay kimseyle paylaşamam:))
--veeee gülmeyin ama ameliyattan çıkıp konserine gidecek kadar VOLKAN KONAK hayranıyım:)))
işte bu kadarrr yazmaya başlayınca durduramıyor insan kendini.ne yazılacak diye düşünürken bak sen şu hale:)))
kimseleri mimlemiyorum isteyenler yazabilir...

ÜZÜLME...


Üzülme!..
Dert etme can!..
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan,
nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan..
Ne mutlu sana!.. Elinde olmayanları söyleme bana..
Elinde olanlardan bahset can!… Üzülme!..
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?..
Gidenler dönmeyecek mi?..
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede..
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?..
“Hüzün olgunlaştırır” ...“Kaybetmek sabrı öğretir”...
 Mevlana

8 Aralık 2011 Perşembe

BASİT YAŞAYACAKSIN...

Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.

İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.

Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün

“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.

Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit...

 yalçın ergir

BU ŞEHRE AŞIĞIM...

İlk kez kime söylemiştim hatırlamıyorum
Ben bu şehre aşığım diye
Şehre mi âşıktım içindekilere mi
İlk aşkım bu yüzden mi bırakmıştı beni
Ben mi bırakmıştım bu şehri
Belki de kıskançlığı buradan geliyordu
Şimdi bir kez daha ayrılıyorum bu şehirden
İlk kez gibi ama son kez mi bilemeden

İskeleye bağlanan bir vapur gibi özlüyorum
Vakti geldiğinde yeniden ayrılacağımı bilerek
Yine ayrılacak olsam da dönebileceğimi umarak
Bir kez daha geldi vakti çözmenin bağları
Yükselir mi bir nebze olsun boğazın suları
Göz yaşları ile bulutların döktüğü
Şimdi bir kez daha ayrılıyorum bu şehirden
İlk kez gibi ama son kez mi bilemeden

Daha önceleri de gitmiştim bu şehirden
Şehir benden, ben bu şehirden
Her seferinde daha bir âşık dönerek
En çok hangisini sevmiştim
Bu şehri mi içindekileri mi
Dönüşü belirsiz bir gidiş bu seferki
Şimdi bir kez daha ayrılıyorum bu şehirden
İlk kez gibi ama son kez mi bilemeden ...

7 Aralık 2011 Çarşamba

ANNE BABA KİME DENİR:)))

* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; bilgisayar çantasını karısına vererek sadece oğlunu kucaklayana da BABA denir.

* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE...; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.


* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.


* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.

* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.


* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.


* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.


*Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir:)))))))))

6 Aralık 2011 Salı

BİR PAKETTE BİZDEN










Bu yılbaşı sevdiklerimiz için hediye paketleri hazırlarken, lösemili çocuklarımıza bir tebessüm daha hediye edelim mi ? Ne dersiniz ?


Onlar bir tek kalemle,bir kitapla,bir çift çorap ya da çamaşırla bile öyle mutlu oluyorlar ki.
Aslında hediyemizin sevgimiz,duamız,yumuşacık şevkatimiz olduğunu biliyorlar çünkü.

Onları hiç unutmadık aslında.
Nasıl unuturuz?
Onlar bizim lösemili çocuklarımız.

Eğer siz de çocuklarımız için bir yeni yıl hediyesi düşünürseniz, gönderilerinizi
 Lösev'in adresine yollayabilirsiniz.

Son tarih 20 Aralık olsun mu?

Lösev
Reşit Galip Cad.İlk Adım Sokak No 14
06700 GOP/Ankara

HAYDİ ALIŞVERİŞE:)

bizim gibi küçük yerleşim yerlerinde yaşayanların tek eğlencesi bu kataloglar.her ay yenisini beklersiniz.hele bir de verdiğiniz siparişleriniz elinize ulaştığında o koliyi açmak bile heyecanlandırır.en azından beni heyecanlandırıyor:)))))

5 Aralık 2011 Pazartesi

YENİ CİCİLERİM:))

çok severek ve beğenerek aldım.

MUTLULUK...

Evini bir parti sonrası temizlemek için uğraşıyorsan; Bir çok arkadaşın var demektir. Faturalarını ödeyebiliyorsan; Bir işin var demektir. Pantolonun biraz sıkıyorsa; Aç kalmıyorsun demektir. Gölgen seni izliyorsa; Güneş ışığını görüyorsun demektir. Otobüs...ten indiğin yerden işyerine yolu uzun buluyorsan; Yürüyebiliyorsun demektir. Yanındaki adamin sesinden rahatsız oluyorsan; Duyuyorsun demektir. Camları silmen, çatıyı onarman gerekiyorsa; bir evde yasiyorsun demektir. Doğalgaz faturan yüklü geliyorsa; Isınıyorsun demektir. Yığınla yıkanacak ve ütülenecek çamaşırların varsa; Yığınla giyeceğin var demektir. Çalar saatin sabahın köründe çalıyorsa; Yaşıyorsun demektir. "Ve tüm bunların farkına varabiliyorsan, mutlusun demektir". Mutluluk; Sorunsuz bir yaşam değil, sorunlarla başa çıkabilme yeteneği demektir"

2 Aralık 2011 Cuma

AŞK BUMUDUR?

 Bir çoğumuz Mimar Sinan hayatı ve eserleri hakkında yazılar okumuşuzdur, bugün mimar sinanın belkide hiç duymadığınız bir anısını anlatmak istiyorum sizlere Mimar Sinan ve büyük aşkı Mihrimah Sultan,

Osmanlı’nın büyük cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın ve büyük aşk’ı Hürrem Sultan’ın bir kız çocuğu gelir Dünya’ya .

Efsane bir ask’ın meyvesidir bu çocuk ve bu yüzden belki efsane aşkların en temeline en masalsı olanına ithafen ismi Mihrimah konulur Mihr-ü Mah Farsça da Güneş ve Ay demektir.

Zaman hızla geçmiş Mihrimah Sultan büyümüş 17 yaşına gelmiştir ki o zamanlar için evlendirilmesi uygun olan bir yaştadır. İki talibi olur biri Diyarbakır valisi Rüstem Paşa dırdiğeri ise saray’ın baş mimarı Mimar Sinan.

Padişah biricik kızını Rüstem paşa ile evlendirir Sinan evlidir ve 50 yaşındadır ama bilinen odur ki Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır.

Mimar Sinan o derece derin bir tutku ile aşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamıştır fakat o’na olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

İstanbul’un en güzel yerlerinden birine Üsküdar’a Mihrimah Sultan adına bir cami yapması istenir kendisinden.1540 yılında inşa etmeye başladığı cami’yi 1548 yılında tamamlar.Cami inşa edilirken bir yandan kendi aşkını anlatır hiç şüphesiz ve eserine sanki “eteklerini giymiş bir kadın” siluetini verir ayrıca cami için mimari olarak esinlendiği örnek aldığı yer ise bir başka aşka kutsal bir aşka adanmış bir şaheserdir ; Ayasofya.

Bahsi geçen bu cami 2 Minareli olup padişah fermanı ile yaptırılan bir eserdir ama Sinan’ın söyleyecekleri bununla bitmemiş olacak ki bu eserden 14 yıl sonra o güne kadar ilk defa padişah fermanı olmaksızın Edirnekapı da surların yakınına pek kimsenin ilgilenmediği ıssız yalnız ama İstanbul’ un en yüksek tepesi olan bir yere sanki aşkının gizliıssız ve yalnızlığını ama bir o kadar büyüklüğünü haykırmak istermişcesine ikinci bir eser yapmaya koyulur.

Mihrimah Sultan’a ithafen.

Derler ki; cami Mihrimah sultanın o duru gösterişsiz ve bir o kadar asil güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 mt bir minareye sahiptir. Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere ise iç güzelliğinin ne kadar aydınlık ve berrak olduğunu temsil eder bu sayede gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı. ( o tarihte bu açıklıktaki ve bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere dünya üzerinde sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi) cami içindeki pandatiflerde ve minare kenarlarındaki upuzun işlemelerde de Mihrimah Sultan’ın o çok güzel ayak topuklarını döven upuzun saçları tasvir edilmiştir.

Ve yine denir ki Mihrimah Sultan’ın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami.

Ama Sinan aşk‘ını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki bu sırra şaşırmamak o sevdaların naifliğine imrenmemek elde değil. Sinan Usta’nın aşk’ının vesikasıdır sanki iki caminin de yeri özenle seçilmiştir. Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış camilerdir. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’ni aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette yılın sadece bir gününde ki o gün 21 Mart gece ile günün birbirinre eşit olarak kavuştuğu gün’dür daha enteresanı o gün Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür) göreceğiniz muhteşem manzara şudur:

Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından güneş batarken Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır! “Bu nasıl bir hesaplama bu nasıl bir estetik anlayışıdır!”

CANIMA YENİ YIL HEDİYESİ:))

Evett sanırım tam bir anneanne oldum ben:))torununa atkı bere ören cinsinden hemde.meğer ne zevkli bir işmiş...annem yaptığında hep gereksiz bunlar uğraşma bunlarla derdim:)yaşlanıyormuyum nedir:)ama beni çok mutlu etti bu durum.hele birde can paşam da beğenirse deymeyin keyfime:)))