19 Nisan 2012 Perşembe

her şeye rağmen yaşamak güzel

bu sabah yataktan bu şarkıyı mırıldanarak uyandım.bir yandanda boğazım nasıl fena.dedim bu bir işarett olabilir.korkmaya gerek yok bunlar yaşama belirtileri :)boğazının acımasını düşünme geçer:)neler geçmediki:) pöfff :) herşeye rağmen yaşamak güzelllll


sonra canımın canı gözümün bebeği her aklıma geldiğinde içimin titrediği Can paşamı düşündüm.çok özledim ben onu:(


tabi düşünmeye başlayınca sonu yok maalesef...bunun cocası var ,damla sı var ,batu su var ,memo su varr :) var da varrr.bir kez daha bu güzelliklerden beni ayırmadığıı için şükrettim allahıma.
sanırım en kısa zamanda istanbul şart oldu bana...
herşeye rağmen yaşamak güzel:)))

17 Nisan 2012 Salı

Aşk Ve Ayakkabı


Asklar da ayakkabilar gibidir…
Bazilari çamur yagmur, toz toprak kar buz gibi her türlü “kötü hava” kosullarina dayaniklidir.Bazilari ise ummadiginiz kadar kisa zamanda çabucak “yamulur” ilk yagmurlu havada “alti açilir” veya güzel havalarda bile “iki günde bozulup” gider.

Asklari da ayakkabilar kadar “itinayla” seçmezseniz, tipki ayaginizda oldugu gibi yüreginizde NASIR olusabilir.
Dar gelen bir ayakkabiyi sadece tarzini begendiginiz için “zamanla açilir” diyen saticiya inanarak alirsaniz, zaman içinde ayak kemiklerinizde “deformasyon” baslar.
Ruhunuzu daraltan bir ask içinde yalnizca fiziksel begeniye kapilip “zamanla düzelir” diyenlere kanarsaniz, yine zamanla içinizdeki olumlu duygularin “çarpildigini” görebilirsiniz.
Asik olabileceginiz insan türü, tipki ayakkabilar kadar degisik stillerde, farkli kalitelerde ve sayisiz “renktedir”…. Aski bir çesit serüven olarak “spor” gibi yasayanlar, aynen “spor ayakkabi” gibi dikkat çekici ve rahat kisileri bulurlar.
Tersine askta tutucu ve istikrarli olmayi benimseyenler “klasik ayakkabi” gibi muhafazakar çizgiler tasiyanlara tutulurlar.
Dekolte ayakkabilar gibi sadece cinsellik ve eglence zevkleriyle ateslenen asklar vardir.
“Bez” ayakkabilar gibi kisa ömürlü “tatil asklari” ise hemen herkesin kisisel tarihinde mevcuttur.
“Marka” ayakkabi alir gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna “tutulan” asiklar görürsünüz.
Kati plastikten “yagmur çizmesi” edinir gibi mantik süzgecinden geçirip “ise yarar” biçimde yasamak isteyenleri de bilirsiniz.
Ayrica ne tuhaf ki, psikolojik testlerde “zaafi”olup evine sayisiz çesitte ayakkabilar yigan insanlarin ayni zamanda “degisik” türde asklara da zaafi oldugu söylenir.
Evet ask “ayakkabidir”.
Aynen ayakkabiniza bakim yapmayip “hor” kullandigniz zaman kolayca eskittiginiz gibi, askiniza da dikkatli davranmayip özen göstermediginiz zaman kisa sürede “eskitirsiniz”.
Ve nasil ki “delik” bir ayakkabiyi tamir ettirdiginizde yalnizca “bir miktar” ömrünü uzatmis olursaniz; “delik” bir aski onarmaya kalkistiginizda da “asla eskisi gibi olmayacaktir”!
CAN YÜCEL



13 Nisan 2012 Cuma

can dündar


Çok akıllı olmadım hiç.
Yanlış atlara çok oyunlar oynadım.
Kulağımdan kar suları eksik olmadı.
Sürüden ayrılan koyunları sevdim hep... Bir de kendi bacağından asılmayanları...
Kendimle yaşadım en büyük kavgalarımı... İçimdeki ikizler tahterevalli oynadı hayatla; ben seyrettim.
Dışardan bakanlar kah öyle bildiler, kah böyle...
Bense adalar hayal ettim çoğu zaman... Sahillerine cam şişeler içinde sevda mektupları vuran adalar...
Yaman çocukluk aşklarında, erginliği iple çektim.
Sünnet elbisem dahil hiçbir üniformayı sevmedim. Postallar sıktı bileğimi, yüreğimi... Kalemim dedi hep, dilimin diyemediğini...
Yanlış sevdalarda oyalandım kimi zaman... Bir pire için nice yorganlar yaktım.
"Maskeli balolar"da tükettim ilk gençliğimi...
Ama denizlere düştüm, sarılmadım yılanlara... Engerekler kesti önümü, tınmadım.
Adalar sığınağım oldu.

* * *

Sonraları hayat, hep bir ağızdan türküler söylemeyi öğretti bir süre...   Halaylarda piştim "omuz omuza"...
Ama çabuk aldılar türküleri dilimizden... Unuttuk ezgilerimizi... 78’liydik... 68’e ısınamadan 88’de bulduk kendimizi...
Savrulduk kara bir yelde.
Yaman bedeller ödedik.
70’li olamamışken, 80’lere prangalandık, 90’lar beraatimiz oldu...
Dönüşte, savaş baltalarımızı gömdüğümüz yerleri kaybettik.
Temsili resimlerini çizdik faillerimizin... Kendimize benzedi...

* * *

Gün oldu yanlış zamanlarda, yanlış kapılar çaldım.
Yasak elmalar tattım kuytularda. Bıçaklar kesmedi de tenimi, bir kötü sözle öldüm.
Kuşaklar, kentler, sevdalar arasında yoruldum.
Gün geldi... Duruldum...
Zaman sardı yaralarımı, kinlerimi hafızama gömdüm.
Hamdım, oldum...
Sevdayı en umulmadık yerde buldum.

* * *

Bir "kurbağa testi"nden çıktı gençliğimin bitiş düdüğü...
İlkyaza doyamadan, orta yaşla tanıştım.
Dün,  bir  garip  cihazdan  dinlettiler  kalp atışlarını... Ultrason ekranında yüzünü gördüğümden beri uyku tutmuyor gözlerimi...
Yakıyorum geçmişle köprülerimi...
Çiçekten bir pranga takılıyor ayağıma. Ne kavgalar var gözümde, ne sevdalar... Karımın karnında bir cılız tekmenin sevinciyle sarhoşum...
Uykusuz gecelere gebe ömrüm, biliyorum... Çaresiz çilelere, sebepsiz öfkelere gebe... "Baba olunca anlarsın"lar kapıya dayandı artık.
Hırlının hırsızın kol gezdiği bir vahşi ormana düşüyor küçük kuş... Ben şimdi O’na ne masal anlatsam?.. Kırmızı şapkalı kızları çoktan kurtlar yedi. "Küçük Berber" devlerin tuzağında... Pinokyo burunları, Midas   kulakları   yalana doydu. Erdem, pirinç dökerek geldiği yollarda kayboldu. "Cadı Masalları" çağındayız, kötülerin şiirini söylüyor şarkılar. Pamuk Prensesler yok artık; 7 değil, 77 cüceler...

* * *

Ama ürküyorsam namerdim.
Dahası var mı?
Haftaya, bir oğlum olacak beyler!
Ege koyduk adını.
Kalbim Ege’de kaldı...
-CAN DÜNDAR-

12 Nisan 2012 Perşembe

bir çift ayakkabı hatrına...

Ölmüş bir insanın ardından konuşmak, o insanın kaskatı kesilmiş bedenini lime lime edip, kanlı dişlerle çiğnemek değilse nedir? Ben artık hiçbir şeye şaşırmam diyordum ama öyle değilmiş. Biri ölünce onun ardından kötü sözler söyleyebilenler de varmış. Bu nasıl bir nefrettir, akıl işi değil?

"O kadın" ne yaptı size merak ediyorum. Yakılmak istediğini söylediği için mi bu kadar nefret? Siz ne zamandır bizim bedenlerimizden sorumlu oldunuz? O bedenin gömüleceğine mi yoksa yakılacağına mı ne zamandır karar verir oldunuz? Bizim yanlış kararlarımızdan hesaba çekileceğinizden mi korkuyorsunuz? Korkmayın herkes kendinden mesul. Siz doğru bildiğiniz yoldan yürüyün. Ama yalnızca yürüyün ve kendi adımlarınıza bakın. Etraftakilerin etlerini lime lime etmeden yalnızca yürüyün...

Biliyor musunuz, "O kadın" şimdi gülüyor şu halimize. Sizin onun ardından söylediklerinize ve bizim bunu hala anlayamıyor oluşumuza gülüyor. Gözleri bir çizgi gibi oluyor gülünce. Yüzünde güneş doğuyor o güldükçe. Sizin çatılmış kaşlarınıza, öfkeyle kıvrılmış dudaklarınıza bizim anlam veremediğimize bakmayın o anlıyor. Çünkü o bu ülkenin etini, kanını, damarlarını her yanını bilenlerden. Belki de bu yüzdendir bu erken vedası. Öyle ya kim kaldırabilir bu nefret, öfke ve kin kusup duran, kustukları ile de güzel herşeyin üzerini örten havayı.

Yapmayın beyler, bu kadar zalim olmayın. Ölülerimizi rahat bırakın bari. Çiğnemeyin etlerini. Yazıktır, ayıptır. Şu mahsun kalmış bir çift ayakkabının hatrına, bir daha içine girip dolaşamayacak ayaklar hatrına, dünyayla işini bitirmiş ve çekip gitmiş tüm güzel insanlar hatrına, yapmayın beyler...
 
BU GÜZEL YAZININ SAHİBİ SEVGİLİ http://aydanatlayankedi.blogspot.com/ DUYARLILIĞINDAN DOLAYI ONA TEŞEKKÜR EDERİM.OKADAR GÜZEL YAZMIŞKİ İZNİNİ ALARAK SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM...
 

11 Nisan 2012 Çarşamba

sizce hangisi:))

Kızkulesi ile ilgili anlatılan ilk hikaye; Ovidius’un kaydettiği bir aşk hikayesidir. Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikaye, Hero’nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero Afrodit’in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır.Yıllar sonra Afrodit’in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros’un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros’un yüzerek kuleye geldigi fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi’nden boğazın sularına bırakır.

Kavuşamayan aşıklara atfen anlatılan bu hikayeden başka bir de; Kleopatra’nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı yılan hikayesi vardır. Kehanete göre kralın birine, çok sevdiği kızı onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak ölecegi söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. Kral, kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya’nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır.

En son anlatılan hikaye ise Osmanlı Dönemi ile ilgilidir. Battal Gazi’nin askerleri ile Kızkulesi’ne baskın yaparak kuleye saklanan hazinelerin ve Üsküdar Tekfuru’nun kızını kaçırdığı ile ilgili hikayedir. Battal Gazi tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar’dan atına atlayıp oradan uzaklaşmıştır. Çokça bilinen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” lafı bu hikayeden gelir. Bu hikayeden günümüze gelen bir diğer şey de küçük kulemizin ismi ile ilgilidir. Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen Türkler buraya Kız-Kulesi ismini vermişlerdir.

6 Nisan 2012 Cuma

gerçek dost


 
 
Hani diyorum , insanin gerçekten mükemmel bir dostu olsa…
“Ona”, şöyle, içine sindire-sindire, kocaman bir sarılsa…
Yüreklilikle söylediğiniz ” Canim benim!.. dediğiniz…
Telefonda bile saatlerce konuştuğunuz, sıcacık biri…
Cesur, sempatik, azimli, kararlı…
Arayan, soran, ”Seni özlüyorum” diyen biri.
Böyle bir canlı ile her şeyi konuşabilir, paylaşabilirsiniz.
Yanıltmaz!
Anlayışla karşılar her şeyi…
Hataları, günahları-sevapları, her bir şeyi konuşabilirsiniz onunla…
Bir arayış içinde olmanıza gerek yoktur.
O kendiliğinden çıka gelir zaten.
Bir gün bakarsınız, kapınızda…
Bir de bakmışsınız sımsıcak sohbetler, derin konular, sırlar, paylaşımlar… Kimseye söyleyemediğinizi, en yakınınıza anlatamadığınızı, geçmişteki İzleri, geleceğe dairlerinizi, sadece ona anlatır olursunuz.

Kadın, erkek farketmez.
Bir dost bulun! Ama gerçek olsun.
Aradığınızda işinizi değil, sizi soran…
Kötü gününüzde ev sahibi, iyi gününüzde kiracınız olsun.
Anlatsın, konuşsun, açık-seçik, korkmadan yaşasın. Güvensin!
Cinsiyeti olmasın! Bir kartal kadar haşin, bir maymun kadar şaklaban, bir ceylan kadar narin olsun.
Doğrulari söylesin. Gözleriyle ve kalpten konuşsun.

Yaşasın!
Doya doya yaşasın, doya doya yaşatsın.
Beyninden değil, yüreğinden versin.
”Olsun varsın! paylaşırım.” desin.
Bir dostunuz olsun.
Sizi ve benliğinizdekileri paylaşsın…
Dost olsun!
Ama…
Gerçek bir dost..

CAN DÜNDAR